Yoga eğitmeni, yaşam koçu ve yazar Esra Banguoğlu Oğut’un kitabı Sen Varsan Bereket Var, bereketin ve bolluğun şifrelerini veriyor. Kendisiyle hem yeni kitabını hem de mutluluğa giden yolculuğu konuştuk.
Röportaj: Özge Zeki
Esra Banguoğlu Oğut: “Mutluluk özümüzü hatırlamaktan geçer”
Esra Banguoğlu Oğut’un 2021 yılında Amerika’da yayımlanan ve geniş kitlelere ulaşarak ses getiren Money Does Grow On Trees isimli kitabı Sen Varsan Bereket Var ismiyle Doğan Kitap tarafından Türkiye’deki okurlarla buluştu. Kitap, okuyuculara hem derin bir iç yolculuğa çıkma fırsatı sunuyor hem de finansal özgürlük ve bolluk enerjisiyle ilişkilerini nasıl dönüştürebileceklerini anlatıyor. Esra Hn., kitabında hem kişisel deneyimlerini hem de öğrencilerine yıllardır öğrettiği yaşam derslerini paylaşıyor.
Kitabın başında paylaştığı ilginç bir anekdot ile yolculuğunun nasıl başladığını şöyle anlatıyor: “Seneler önce, ‘Ben neden, ne yaparsam yapayım, başarılı olsam dahi, para kazanamıyorum?’ diye sormuştum. ‘Para ile oluşturduğun ilk ilişki anını hatırla’ demişti hocam Darel. 7 yaşında yaşadığım bir olay yüzünden, bereket ve parayı, ta o zamanlar reddetmeye karar vermişim. Hikâyemin farkına vardıktan çok kısa bir süre sonra ise, ilk milyon dolarıma ulaştım. Önce hikâyelerimizi biz yazarız, sonra onlar bizi yaratır.”
Esra Banguoğlu Oğut, kişisel dönüşüm ve bolluk bilincine dair yazdığı bu kitapla, yalnızca finansal başarıya ulaşmak isteyenlere değil, aynı zamanda ruhsal huzur ve dengeli bir yaşam arayan herkese hitap ediyor. Sen Varsan Bereket Var kitabı, okurlarını kendi içsel potansiyellerini keşfetmeye, sınırlayıcı inançlardan kurtulmaya ve hayatlarında bereketi çekmeye davet ediyor.
Biz de Esra Hn. ile hem kitap hem de içsel yolculuk üzerine merak ettiklerimizi konuştuk. Sohbetimiz öyle keyifliydi ki program bitsin istemedik. Size de yol göstermesi dileğiyle röportajımızın bir kısmını burada, tamamını videomuzla yayınlıyoruz.
Esra Hn., çok özel bir hayat hikayesine ve yolculuğa sahipsiniz. Uzun yıllardır birçok disiplini, öğretiyi inceliyorsunuz, içindesiniz. Çok genel bir konu biliyorum ama ana hatlarıyla sizce mutluluk nedir?
Bence mutluluk, olduğu gibi ruhumuzu hatırlamak. Ben o ruhumuz yani esas varoluşumuz ile iletişime geçmedikçe, onu hatırlamadıkça, onu hissetmedikçe devam eden bir şekilde mutlu olabileceğimize inanmıyorum. O yüzden benim için mutluluk o. Ve kendi hayatıma baktığım zaman ben bayağı böyle mutsuz bir noktadan başlayıp zaman içinde mutlu olmayı öğrenen bir insan oldum. O yüzden iki tarafı da çok iyi biliyorum diyebilirim. Ve özünde mutluluk bir varoluş seçimidir, bir haldir. Ama çoğu insan, ki bende de vardı, mutlulukla tatmini birbirine karıştırıyor. Mutluluk dediğimiz bir hal, bir seçim. Mutlu olmayı seçersek, şartlarımız ne olursa olsun, mutlu olabiliriz. Mutluluğumuz şartlara bağlıysa, tatminle karıştırıyorsak ne yaparsak yapalım o mutluluğu bir türlü yakalayamadığımızı hissederiz. Bununla ilgili de benim en çok beğendiğim, takdir ettiğim örnek Alice Herz Sommer’dır, kendisi Nazi kampında mutlu olmayı beceriyor, küçücük 5 yaşındaki çocuğuyla. Ve şöyle bir kitap yazmış: “Cehennemin İçindeki Cennet.” O yüzden mutluluk varoluş seçimi, o kadar güçlü bir seçim ki oraya girdiğimiz zaman hiç kimse bizi oradan oynatamaz.
Uzun yıllardır eşiniz Aykut Oğut’la beraber çalışmalar gerçekleştiriyorsunuz, yaşam koçları yetiştiriyorsunuz. Pandemiden sonra dijitalleşme ile çok farklı bir boyuta geçtik ve hepimizde bir kaygı, yalnızlık, iletişim kuramama sorunu var… Yani geçmişe göre her şey daha da zorlaşmış gibi görünüyor. Siz bu tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dünyayı nasıl deneyimlediğimiz her daim kendi perspektifimizde saklı ama ben de aynen senin gibi bakıyorum, birtakım şeylerin daha zorlaştığını ben de hissediyorum. Bence bunun sebebi biraz bu. Hani hatırlarsınız bir ara hep bir Maya Takvimi olayı vardı, hani 2012’de işte dünyanın sonu gelecek falan deniyordu. Dünyanın sonu değil ama Maya Takvimi’ne göre benim anladığım kadarıyla bir programın bitişi oldu. Çünkü insanoğlunun bilinci de belirli programlara, belirli süreçlere, belirli döngülere bağlı ve derler ki her 26.000 senede bir muazzam bir program değişikliği oluyor ve Mayalar işte ta o dönemden bunu hesaplayarak bunu 2012 olarak vermişler. Dünyanın bitişi değil de, dünya veya bilincimizin yeniden doğuşu gibi, bir doğuş olabilmesi için ilk önce eskinin ölmesi gerekiyor. Dolayısıyla doğum sancısı gibi düşünebiliriz. O yüzden şu an insanoğlu olarak biraz sallanıyoruz. Yani Covid de bunu şöyle açığa çıkardı: Eskiden bir takım otoritelerin söyledikleri konusunda nettik, sorgulamıyorduk ancak şimdi her şeyi sorgular olduk. Ne doğru, ne yanlış? Bu noktada insanoğlu olarak kendimize dönmeye mecbur kalıyoruz. Kendi sezgimize, kendi içimize, kendi içimizdeki bilgeliğe. Eğer sezgilerimizi açmazsak, insanoğlu olarak yok olmaya mahkumuz. O sezgi de zaten kendi içindeki sesle yolunu bulmayı öğrenmek.
Bu çağda yaşadığımız problemlerin bu içsel eğitimimizi veya farkındalığımızı yakalayamamaktan ileri geldiğini söylüyorsunuz, kitabınızda da vurguluyorsunuz. Peki, ne yapılmalıydı ya da en azından bundan sonra ne yapılmalı?
Her şey çocuklarla başlıyor tabii. Biz Aykut’la bazen anne babalara da koçluk yapıyoruz. Bizce çocuklara verebileceğimiz en önemli değer, kendilerine saygı ve sevgi. “Bu budur, şu şudur, doğrular yanlışlar, gel sen benim doğrumu takip et” in ötesinde çocuğun kendi varlığını takip etmesine dair bir anlayış, bir yaklaşımdan bahsediyorum. Ya da eğitim sistemleri ki yurt dışında bunlar var, farklı farklı isimler altında, yeni artık programlar. Dünya değişiyor, bununla beraber tabii eğitim sistemi de eski programdan yeni programa geçmek zorunda.
Bu anlamda içsel yolculuğunu başlatmak isteyen bir kişi nasıl bir yol izlemeli?
Koçluk öyle çok nasılın üzerine kurulu değil. Bizim yaptığımız şu, biz kişiye belirli sorular sorarak kendini keşfetmesine alan tutuyoruz. O yüzden onun nasılı da zaten kişiden kişiye değişen bir şey. Yani fiks bir formül, işte şunu yapın, bunu yapın yok. Tabii egzersizler var, yararlı olabiliyor ama egzersiz kendi başına bir hiç farkındalık olmadan. Çünkü her şeyin benzini eninde sonunda farkındalık. Bir aha noktası olmalı, sağ olsun Daryl Rutherford muhteşem bir koçtu. Çok uzun seneler beraber çalıştık, 20 sene boyunca o sorduğu sorular, o tuttuğu alanlar sayesinde bir anda zihninde bir ışık yanıyor ve görmediğin bir şeyi görüyorsun.
Kitapta anlatımlarınızın arkasında egzersizler var ve hatta yazmamız için sayfalar bile ayrılmış. Farkındalık için yazmanın gücüne çok inandığınızı söylüyorsunuz, biraz açar mısınız?
Ego diye bir mekanizma var ve egoyu biz biraz değişik tarif ediyoruz. Ego iyi veya kötü bir şey değil, sadece bir fonksiyon ve bir fonksiyon derken inandığımız, herhangi inanmayı seçtiğimiz, herhangi bir şeyi bir gerçeklik olarak yaşamamızı sağlayan bir mekanizma, bir hatırlatma mekanizması. Arabayı ilk kullanmaya başladığımızda zorlanıyoruz, sonra otomasyona bağlıyor. O otomasyona bağlatan şey ego. O yüzden kafamızda çözmeye çalıştığımızda, soruna bağlamak adına kafamızda bir şeyleri çözmeye çalıştığımızda, ego çok rahat devreye girip çorba gibi ortalığı karıştırabilir ama yazıya döktüğümüz zaman, bir anda sabitlendiği için o enerjiyi oraya koyup sonra kendine geri bakıyorsun gibi bir görevi görüyor. Mesela şöyle bir örnek vereyim topraklamak adına; benim bir arkadaşım Los Angeles’ta para sorunları yaşıyordu ve yeni bir eve çıkmak istiyordu. Çünkü mutsuzdu, ev sahibiyle sorunları vardı. Ne istediğine dair bir liste yapmasını önerdim. “Benim istediklerimi var etmem imkansız” dedi. “İmkansız diye düşünme. Hani sen bir kendini sınırlamadan ne istediğini yaz” dedim. O da 10-15 tane madde yazmış, hani biraz da uça uça ve bir şekilde bir süre sonra çok da memnun olduğu bir eve çıktı ama o listeyi unutmuş. Sonra eşyalarını yerleştirirken bir anda, hani 3-4-5 ay önce yazdığı liste pat diye önüne düştüğünde, bir anda böyle şok olmuş. Hemen beni araddı, “Aa inanmıyorum burada yazdım, ısmarladığım her şey, her detayına o an bana imkansız gibi gözüken hepsi şu an mevcut” dedi. Şimdi Ego ne yaptı orada, ne oluyor? Yazdığın orada yazılı ve kayıtlı olduğu için duruyor, bir bağlantı var, bir şeyler olabiliyor ama ego mekanizması ne yapıyor? Onu unutturuyor. Evet, o yüzden yazmak önemli.
Peki, kitaba gelirsek hazırlık süreciniz nasıl başladı, içeriğini nasıl belirlediniz?
Benim için zor bir süreç oldu, sevgili yaşam koçum Darel Rutherford bu konuda beni senelerdir ittiriyordu ama ben hep öteliyordum. Çok ironik, zaten kitabı bitirdiğim gün vefat etti hocam. Bu yüzden benim için o kitap yolculuğumun hocamla çok ilgisi ve ilintisi var. Benim kitabı yazma sebebim şuydu; bizim bir sertifika programımız var. 2016’da bunu başlattık ve çok uzun süren bir sertifika programı. Yani 1 buçuk sene sürüyor, biraz okul gibi. Vakti zamanında “bir haftada, iki haftada sertifika aldım” gibi şeyler duyuyorduk ki, yani kimse kusura bakmasın, kimse iki haftada hiçbir şey olmayı öğrenemez. Doğru düzgün araba kullanmayı bile öğrenemez! O yüzden biz böyle çok kapsamlı bir program oluşturma ilhamına girdik ve şükürler olsun programımız çok çok başarılı oldu. Yani, biz açtığımızda, “Türkiye nasıl, bir buçuk senelik bir şeye kaç kişi gelir?” falan derken, daha ilkinde 136 kişiydik, ikincisinde 200 kişiydik. Yani böyle kalabalık ve bizim için de muazzam bir yolculuk oldu bu. Tabii eğitime herkes ya vakitsizlikten ya da farklı sebeplerden gelemiyordu. İşte bu sebeple bu kitabı hazırladım. Tabii 1,5 yıllık eğitimi kapsaması mümkün değil ama onun minyatür bir broşürü gibi. Eğer okuyan kişi egzersizleri yaparsa bayağı bir aşama kaydedebilir. İnsanlar hap çözümler bekliyor. Evet, birisi bana bir şeyin cevabını versin, birisi bana çözüm göstersin. Hayır, o birisi sensin ve o seni görebilmen için de kendi içindeki gerçek seni görebilmen için de bu yolculuğa gireceksin ve içe döneceksin. Bunun başka bir yolu yok. Yardımcılar var sana, yol göstericiler var sana, çok güzel, bizim hocamızın yaptığı gibi muazzam alan tutabilen insanlar var ama eninde sonunda cevabı sensin.
Son olarak sizin eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Çok teşekkür etmek istiyorum, çünkü sorular hakikaten çok muhteşem, çok içten sorulmuş sorular. Bir de her nedense o cümle çalıp duruyor şu an aklımda, o yüzden bence şu an söylemem gerekiyor. Beni vakti zamanda uyandıran çok sevdiğim bir cümle var, burada paylaşmak istiyorum. Her nedense birebir bu konularla ilgili. “Biz buraya ruhani olmaya gelmiş insanlar değiliz. İnsan deneyimi için gelmiş ruhani varlıklarız.” Yani ilk kimlik ruh, ikinci kimlik insan olma hali. Bence bu cümle çok önemli ve hani mutluluğa bağlayacak olursak, hani ilk sorun oydu, mutluluk nedir? Mutluluk, o benliğimizi tekrar hatırlamak. Aynen bebeklerde, kuşlarda olduğu gibi. Hiç depresyonda bir bebek veya depresyonda bir kuş görmüyoruz çünkü o var oluşlarını hatırlıyorlar. Bütün mesele o.